-
1 çok parası olmak
v. be loaded -
2 çok
1) viel(e)\çok parası var er hat viel Geld2) (-den \çok) mehrgereğinden \çok mehr als nötig [o erforderlich]3) (\çok kültürlü) multi-II adv1) vielbu, nispeten \çok das ist vergleichsweise vielo, benden \çok daha iyi er ist viel besser als ich2) sehrbu \çok güzel das ist sehr schönyeni işinde \çok güçlük çekiyor er hat große Schwierigkeiten bei seiner neuen Arbeit3) großbir şeye \çok değer vermek großen Wert auf etw legen\çok moda olmak groß in Mode sein4) \çok yaşa! Gesundheit!5) lange\çok sürmez es dauert nicht lange -
3 parası çok olmak
v. be lousy with money -
4 be loaded
çok parası olmak, sarhoş olmak -
5 be loaded
çok parası olmak, sarhoş olmak -
6 Kasse
Kasse <-n> ['kasə] f1) ( Behälter) kasa2) (Laden\Kasse, Registrier\Kasse) kasa\Kasse machen ( fam) para yapmak;jdn zur \Kasse bitten ( fam) birinden para istemek;gut bei \Kasse sein ( fam) parası bol olmak, çok parası olmak;knapp bei \Kasse sein ( fam) parası kıt olmak, az parası olmak, eli darda olmak, darda bulunmak, para sıkıntısı içinde olmak;wir haben getrennte \Kassen bizim hesaplarımız [o hesabımız kitabımız] ayrıdır -
7 plein
I1 rempli dolu [do'ɫu]◊La bouteille est pleine d'eau. — Şişe su dolu.
2 qui a beaucoup de dolu [do'ɫu]3 entier tam [tam]4 en plein tam içindeIIdolu [do'ɫu]çok [ʧok]IVn mcontenu total dolu [do'ɫu] -
8 roll in cash
para içinde yüzmek, çok parası olmak -
9 roll in cash
para içinde yüzmek, çok parası olmak -
10 быть
olmak,bulunmak; -imek,olmak* * *1) врз olmak; bulunmakде́ньги есть — para var
де́нег не́ было — para yoktu
бы́ли б де́ньги! — yeter ki para olsun!
у него́ таки́х де́нег никогда́ не́ было — onun bu kadar parası olmadı hiç
у неё не́ было дете́й — çocuğu olmamıştı / yoktu
будь у неё де́ти... — çocuğu olsa(ydı)...
будь то мужчи́на или женщи́на — erkek olsun, kadın olsun
будь по-тво́ему — senin dediğin olsun
сего́дня я был в лесу́ — bugün ormana gittim
в час я был в лесу́ — (saat) birde ormanda idim / bulunuyordum
в лесу́ я был то́лько час — ormanda ancak bir saat kaldım
когда́ мы бы́ли в дере́вне,... — biz köyde iken / bulunduğumuz sırada...
когда́ я был в ва́шем во́зрасте... — ben sizin yaşınızdayken...
собра́ние бу́дет за́втра — toplantı yarın olacak / yapılacak
бы́ли и таки́е слу́чаи — öyle olaylar da olmuştu / yer almıştı
приходи́, в семь (часо́в) бу́ду до́ма — gel, yedide evdeyim
2) (об одежде и т. п.)она́ была́ в костюме — tayyörünü giymişti
он был в сапога́х — ayağında çizme vardı
он был при ордена́х — (göğsüne) nişanlarını takmıştı
3) ( в функции связки) imek; olmakкто э́то был? — kimdi o?
он бу́дет врачо́м — doktor olacak, doktorluk yapacak
он был просты́м учи́телем — sıradan bir öğretmendi
он со́рок лет был учи́телем — kırk yıl öğretmenlik yaptı
он был о́чень рад — çok memnundu / sevindi
ра́дость его́ была́ недо́лгой — sevinci uzun sürmedi
э́то пальто́ ей бу́дет у́зко — bu palto ona dar gelir
ему́ бы́ло за со́рок — yaşı kırkı geçmişti, kırkını aşkındı
бы́ло о́коло двух (часо́в) — saat ikiye geliyordu
4) (приходить, приезжать) gelmekя бу́ду к ве́черу — akşama (doğru) gelirim
во ско́лько мы бу́дем в го́роде? — şehre kaçta varırız / varacağız?
бу́дем наде́яться, что... —...acağını umalım
ты бу́дешь говори́ть / выступа́ть? — konuşacak mısın?
ты бу́дешь говори́ть серьёзно?! — ciddi konuşacak mısın, konuşmayacak mısın?!
ты у меня́ бу́дешь говори́ть! — konuşturacağım seni (ben)!
я не бу́ду жа́ловаться — şikayet etmeyeceğim; şikayet edecek değilim ( не собираюсь)
поко́я у вас не бу́дет — rahat yüzü görmezsiniz
••ну, была́ не была́! — haydi ne olacaksa!
будь что бу́дет! — ne olursa olsun!
отку́да ему бы́ло знать, что... ? —... nereden bilsindi / bilebilirdi?
и к чему́ бы́ло ждать? — ne vardı bekleyecek?
Вы отку́да бу́дете? — разг. Siz nereden oluyorsunuz?
все там бу́дем — sonumuz kara toprak
быть и́ли не быть — var olmak veya olmamak
так бы́ло, так и бу́дет — böyle gelmiş, böyle gidecek
-
11 be lousy with money
v. parası çok olmak -
12 be lousy with money
v. parası çok olmak -
13 knapp
knapp werden azalmak, kıtlaşmak;knapp(e) zwei Stunden neredeyse tam iki saat;knappe Mehrheit az (farklı) bir çoğunluk;mit knapper Not güç belaknapp halten w-de-trucGreueltat(mit) -e çok az harçlık vs vermek;eine Prüfung knapp bestehen bir sınavı kıl farkıyla kazanmak;meine Zeit ist knapp bemessen vaktim kıt -
14 yol
"1. road; path; way; passage; course; route; channel; conduit. 2. rate of speed, speed (of a ship). 3. style; manner. 4. way of behaving. 5. method, system. 6. means, way; solution. 7. purpose, end (used in either the locative or the dative): Bu yolda çok emek harcadık. We´ve expended a lot of effort on this. Vatan yoluna savaştılar. They fought for the sake of the fatherland. 8. stripe (in cloth). 9. time: Bir yol bize geldi. He came to see us once. -unda 1. for the sake of. 2. in good order, going as it should, going well, fine. 3. in the style of, in the manner of. -uyla 1. by way of, via. 2. by means of, by, through. 3. in a suitable manner. - açmak /a/ to pave the way for. -unuz açık olsun! Have a good trip!/Bon voyage! - ağzı mouth of a road, junction. - almak to proceed, move forward. -u almak to reach the end of one´s journey. - aramak to look for a way (to solve a problem). - ayrımı fork in a road. - azığı food for a journey. -una bakmak/-unu beklemek /ın/ to await the arrival of, expect (someone who´s traveling a long way). - boyunca 1. throughout the journey; all the way: Yol boyunca durmadan konuştu. He talked incessantly all the way. 2. beside the road, along the road. -unu bulmak /ın/ to find the way to do (something), find the way to get (something) done. -a çıkarmak /ı/ to see (someone) off (on a journey). -a çıkmak to set off (on a journey). (aynı, bir) -a çıkmak (for one thing) to lead to the same result (as another). -dan çıkmak 1. (for a train) to be derailed; (for a car, etc.) to go off the road. 2. (for someone) to go astray, depart from the straight and narrow. -una çıkmak /ın/ 1. to meet (someone, something) by chance. 2. to go to meet (a traveler). -a düşmek to set off (on a journey). -lara düşmek to go out and wander far and near/wide (in search of someone, something). -u düşmek 1. /a/ to happen on, chance on, happen to pass (a place). 2. /ın/ (for the right moment for something) to be at hand. (...) -una düşmek to set out for (a place). -a düzülmek to set off (on a journey). - erkân the right way to do (something). - erkân bilmek to know how to behave properly. - etmek /ı/ to go to (a place) very often. -a gelmek to come round (to another´s point of view); to see reason; to straighten up and do as one is supposed to do. -a getirmek /ı/ to bring (someone) round (to another´s point of view); to make (someone) see reason; to make (someone) straighten up and do as he is supposed to do. -una girmek (for something) to begin to go well. -a gitmek to set off (on a journey). - görünmek /a/ to sense that the time has come for (one) to pack up one´s traps and leave. - göstermek /a/ 1. to show (someone) how to get to a place. 2. to show (someone) how to solve something. 3. to guide (someone). - halısı runner (rug used to carpet a hall or staircase). - harcı travel allowance. - iz bilmek to know how to behave oneself properly. -dan/-undan kalmak to be prevented from setting out on a journey. -larda kalmak to be delayed on the road. -u kapamak to block the road. -unu kaybetmek to lose one´s way. - kesmek naut. to slow down, reduce speed. -unu kesmek /ın/ 1. to stop, waylay (someone). 2. to waylay (someone) (in order to rob him). -una koymak /ı/ to set/put (a matter) to rights. -a koyulmak to set off (on a journey). - parası 1. travel allowance. 2. road tax, tax which goes towards the upkeep of roads. -a revan olmak to set off (on a journey). -unu sapıtmak (for someone) to go astray, depart from the straight and narrow. - sormakla bulunur. proverb You learn how to do something properly by asking those who know how to do it. -unu şaşırmak 1. to take a/the wrong turning, be on the wrong road. 2. not to know which road to take. 3. to go astray, depart from the straight and narrow. - tepmek to walk a long way. (...) - tutmak to begin to live in (a certain) way; to live in (a certain) way. -u tutmak (for police, etc.) to take control of a road; to blockade a ro
См. также в других словарях:
yol — is. 1) Karada, havada, suda bir yerden bir yere gitmek için aşılan uzaklık, tarik 2) Karada insanların ve hayvanların geçmesi için açılan veya kendi kendine oluşmuş, yürümeye uygun yer Bahçeleri bahçelere toprak yollar bağlardı. Ç. Altan 3)… … Çağatay Osmanlı Sözlük
zengin — sf., Far. sengīn 1) Parası, malı çok olan, varlıklı, fakir, yoksul karşıtı Şık, zengin, keyfi yerinde, yazı Avrupa da ve kışı Beyrut ta geçiren Suriyelilerden biri idi. F. R. Atay 2) Yararlı veya kendisinden beklenilen, istenilen nitelikleri çok… … Çağatay Osmanlı Sözlük